12 Kasım 2010 Cuma

Son 40 dakika

Herkesin limitleri vardır. elde ettiği değil, zorunlu kılındığı limitleri. ben 40 dakika sonra bu makinenin işlemcisini, ram'ini, fanını susturmak zorundayım mesela. bu benim belirlediğim bir sebebin sonucu değil. zorunlu kılındığım bir limit. uymama gibi bir şansım yok. aslında var da o apayrı bi post'un konusu.

peki limitler neden varlar? insanları kontrol altında tutmak için? ego tatmini? yoksa amaç sadece insanlara kendilerini zayıf ve muhtaç hissettirmek mi? kendimi hedonist bir herif olarak tanımlıyorum. fakat limitler yüzünden sıfatımı tam manasıyla taşıdığım söylenemez. kendimi zayıf hissediyor muyum? evet. dolaylı yoldan güçlü de hissediyorum aslında kendimi ve kuralları sorgulamama sebep olduğu için. ama ulaşabildiğim bir çözüm yok sadece yaklaşıyorum. optimist yapım da bunun iyi birşey olduğunu söylüyor. anladım ki insan kendini avutabildiği kadar hayatta kalıyor.

limit konulmadığı bir zaman periyodu yok insanın hayatında. ama bir zaman sonra siz de limit koyma yetkisine sahip olabiliyorsunuz başka insanlar üzerinde. belki de geçmişin acısını çıkarmanızı sağlayan bu. ama o zaman da iğrenç bir kısırdöngünün basit bir halkası haline geliyorsunuz. ezilen olduktan sonra ezebilecek kapasiteye gelince ezmeye başlamak gibi. sonuç olarak insanın çirkin bir varlık olduğuna yeni bir kanıt bulmaktan başka birşey değil aslında yaptığım.

şimdi uslu bir çocuk oluyorum ve şu an bastığım tuşların altındaki elektrik akımını kesiyorum.

6 Mayıs 2008 Salı

F.I.N.A.L.S. *

güzel bir kıza kur yaparken gecen bir saat, saniye gibi gelirken; sicak bir odunun üzerine oturulan bir saniye de bir saat gibi gelir. iste görelilik budur.

Albert Einstein


Ne de güzel demiş Einstein amca, şu içerisinde bulunduğumuz 14 günlük final periyodu da görelilik teorisine çok güzel bir örnek bence. Finaller başlayalı sadece iki gün geçmiş olmasına rağmen sanki haftalardır finaller ile uğraşıyor gibiyiz. bütün bir dönemin, hatta bütün bir senenin nasıl geçmiş olduğunu anlamamış bizler iki günde bütün enerjimizi yitirdik. Şu an sabah 11'de girecek olduğum Ekstraktif Metalurji sınavıma girmeden önce ara vermek maksatlı bu yazıyı yazarken size, ne yalan söyleyeyim önümdeki 12 gün gözümde büyüyor. Tek tesellim şu ana kadar geçen 4 sınavın (ki ikisi kallavidir; Material Science ve Taşınım Olayları) iyi geçmiş olması. Şu an sınavların biteceği 16 Mayıs tarihini iple çekiyor ve Ekstraktif notlarımın başına dönüyorum.

* ( Fuck I Never Actually Learned that Shit)

27 Mart 2008 Perşembe

Tango


Tango...Latin dünyasının bize hediyesi müthiş bir dans. romantizmin doruklarında gezen, kadın vücudunun o harikulade estetiği ile erkek vücudunun rijitliğini mükemmel harmanlayan başka bir oluşum olamazdı herhalde. partnerinizle her daim olan göz temasınız ve o estetik hareketler, latin ateşinin birebir dışavurumu olmakla beraber kalp atışlarınızı hızlandırdığı da bir sır değil. dans ederken hissetleriniz burada kelimelerle ifade edilecek cinsden değil, kesinlikle değil. dediklerimi anlamak için mutlaka bu deneyimi yaşamalısınız. Eğer ki sevgiliniz varsa bu dansa başlamak için daha fazla beklemeyin, eğer sevgiliniz yoksa gidin bir tango kursuna yazılın.

17 Mart 2008 Pazartesi

driving..


Araba kullanmak sadece amacınıza hizmet eden bir makineyi kullanmak değildir, bir mutfak robotunun düğmeleriye oynamak veya bir bilgisayarın klavyesini kullanmak gibi değildir. hissetmek, yaşamak, mutlu olmanın fiilidir araba kullanmak...

Sol elle direksiyonu tutup sağ elle marşa basmak ve akabinde iç titreten o sesi duymak tarif edilemez bir haz yaratır bünyede. inip çıkan pistonların (veya dönen rotorların) yarattığı titreşim en güzel masajdır bir otomobilsever için. vitesi 1.e geçirip kavramayı tutturmak ve sonrasında 1-1.5 tonluk bir kütlenin altınızda hareket ettiğinizi hissetmek nasıl mutlu etmez insanı? devir saatinin kadranının artışını izlemek, vites değiştirirken aheste bir şekilde azalırken dipgaz yüzünden bu rahatlamanın kesilmesi ve hırçın bir köpek gibi tekrardan sağa doğru son hızla yükselmesini görmek.. virajlarda hissettiğiniz merkezkaç.. hatta hepsinden öte sadece ilerlediğinizi ve bir müzik ritmi gibi yol çizgilerinin kaydığını görmek bile insana sonsuz bir dinginlik ve sakinlik verir. meditasyonun en haz vericisi olmasının yanında, nirvanaya ulaşmaktır kimi zaman. bu anlattıklarımı bir ferrari f360 challange stradale, bir lamborghini miura sv içerisinde deneyim edebilirseniz eğer bu durumda ekstradan bir orgazm olma durumu ve sonsuzluğa yolculuğun başlaması kaçınılmazdır..


la falce della luna è in lutto questa notte...

yani diyor ki: ayın hilali bu gece yasta..

böyle demiş su (susanne ehlers), "of a might divine" isimli harikulade "haggard" parçasında.

geceleyin kafamızı kaldırıp aya baktığımızda güneş ışınlarının yansımasını görürken aslında kendi yüzümüzün yanımasını da görüyoruz kimi zaman. hüzün içindeki ifade aya ait değil bizzat bize ait, bunu adımız gibi biliyoruz ama kendimizi ifşa etmek yerine aya yükleniyoruz.

hissettiklerimiz, içimizde yaşadığımız çelişkiler, kararsızlıklarımız ve rahatsızlıklarımızı başkasına yüklemek kolay geliyor. hiçbirimiz cesur olup kahrolasıca bir şeyi beceremiyor, iki elimle bir şeyi doğrultamıyorum diyemiyoruz. belki emo kültüründen, belki pesimist rap'ten, belki de doom metalden feyz alıp kendi dünyamız içinde kayboluyoruz. asla güneşe bakmıyoruz, bakamadığımızdan değil bakmak istemediğimizden..

belki de mutsuz olmak hoşumuza gidiyor, mutluluk kelimesinin manasını en son ne zaman kavradığımızı hatırlamadığımızdan bu rutin bir mazoşizme dönüşüyor. problemlerimizi çözmeye gayret sarfetmek yerine yenilerinin ortaya çıkmasına göz yumuyoruz. her zaman umutsuz, her zaman karamsar oluyoruz, imkansız "kelimesini" ağzımızdan eksik etmiyor, "hayal" kelimesini sıkça kullanıyoruz. hedef değil çıkmaz yaratıyoruz. etrafa yaydığımız negatif enerji bizim gibi insanları çoğaltıyor. kendimiz gibi hastalıklı ruhları çoğalttığımız bu dünyada sevgiyi azaltıyor, daha sinirli, daha çatık kaşlı, daha anlayışsız nesiller yetiştiriyoruz. savaşlar, ölümler, cinayetler artıyor, kimsenin birbirine tahammülü kalmıyor.

biz çoktan öldük, aslında hala bir miktar zaman var fakat bu zamanı çabuk tüketmek için elimizden geleni yapıyoruz. gidişhatı değiştirmek pek tabi mümkün ama alıştığımız bu mazoşizmden kurtulmamız zor. bencil olmamak, insanları karşılıksız sevmek, herkesi sevmek kolay değil. bize bir adım gelene bin adım gideceğimiz yerde, bizden bir adım gidenden biz bin adım gidiyoruz. asla çaba sarfetmiyoruz, bize kin besleyene biz de kin besliyoruz. işin kolayına kaçıyor, uğraşmıyoruz.

bir insanı sevmekle başlayacak her şey..

bir insanı sevmekle.